top of page

Anne'ye

Güncelleme tarihi: 13 Eyl 2022

Sesli Makale İçin Tıklayınız....


Anne’ye....


Memurdu babam.


Annem de ev kadını…


Daha ne olduğunu anlayamadan, 18 yaşlarında evlenmişti babamla…


Malum, köyde yetişmişti.


Köyünden çıkıp ilk ayak bastığı mahalle, şehir, hatta ülke babamdı onun için…


Kimsesi yoktu!


Okuyamamıştı ama hayatının en zorlu, öğrenim hayatına başlamıştı. Kadın olmanın o muhteşem içgüdüsüyle ilk, orta, liseyi pas geçip daha 18 yaşında doğrudan AİLE üniversitesinin, hem de stajyer öğretim görevlisi oluvermişti.


Okul müdürü babam!


18 yaşında hem kadın olmuştu hem anne, bir de çiçeği burnunda öğretmen!


Çok geceler kucağındaki minicik öğrenci (yani ben) garip sesler çıkarıp, hıçkırıklar fırlattığı için eli ayağına dolaşıp, çaresizlikten ne yapacağını bilemeyip, utancından da kimseye soramadığı için kılı kırk yarıp, gecenin bir yarısı eline bir boş çay bardağı alıp, komşudan tuz istemeyi bahane ederek, o arada da hissettirmeden çocuğunun durumu hakkında ne yapacağını öğrenip, sonra gelip uygulayarak deneme yanılmayla devam etmişti yoluna…


Bu yürüyüşte kıdemlendikçe ve büyüdükçe çocuklar, başka başka sorunlar çıkmıştı ama gelmişti üstesinden…


En büyük problem okul müdürüydü, yani babam…


Sertti, despottu.


Tamam, o dışarıda sinirlendiği her şeyin hırsını annemden alıyor rahatlıyordu!


Ya annem!


Yoktu ya kimsesi, baş kaldırıp gidemiyordu da!


Tek çaresi adamını mutlu ederek çocuklarıyla avunup onları en iyi şekilde büyütmekti.


Baba!


O babaydı.


O en önemli şeyi yapmıştı, açılış töreninde kurdeleyi kesmişti, birde işletmeye aylık ödenek garantisi!


Ama annem yıllarca gık demedi, her türlü dikta rejime karşı direndi yılmadı, usanmadı halkı için (yani bizim için)


Şimdilerde bağımsızlığını ilan edip okulundan başarıyla emekli olmuş bir öğretmen edasıyla, bizleri büyütebilmenin mutlu avuntusuyla emekliliğinin tadını çıkartıyor.


Alışmış ya bir kere koşturmaya, hala aynı, hep koşturuyor, ama en azından emekliliğin iç huzuruyla yapıyor bunları, zorlanmadan, baskı görmeden…


İşin kara mizahı bir tarafa, o kadın benim annemdi…


Ben o nedenle kadınla erkeğin eşitlik tartışmalarına hep kızmışımdır. Ben eşit olmadıklarını ilk annemde öğrendim.


Daha karnındayken…


Ve babamın despotluklarından hüngür hüngür ağlarken bile, karnının üzerini şefkatle okşayıp, sevgisini içindeki bana hissettirmelerinden öğrendim…


O asla kızgınlıklarına alet etmedi kendinden bildiklerini.


Kızsa da her şeyi içinde eritip bizlere yansıtmama özelliği vardı.


Delikanlıydı annelerimiz, bize çaktırmadan kafa tutuyor ve savaşıyordu ötekilerle, bizi alet etmiyordu…


Çünkü o kadın benim annemdi ve çünkü eşit değildi annemle erkek!!


Sessiz ağlardı kadın,


Acısını sustururdu.


Evet, o orkestranın içindeki baş kemancıydı, eğer orkestra şefi (yani baba) havaya girip, ukalalık yapıp, bir an gözünü ondan ayırıp küçümserse, yani göz temasını bozduğu an, tüm notalar birbirine karışıp en çirkin sesler çıkardı.


İkincilerin sağlamlıkları güçlü kılar birincileri!


O yüzden eşit değiliz…


İnsan olmak bedenden ibaret değildir, ötesini barındıran, onlarla bizi besleyip, büyütüp insan kalmamızın en büyük mimarıdır KADIN!


Tüm annelerin Anneler gününü büyük bir coşkuyla kutluyor, ellerinden büyük bir onurla öpüyorum...


Çetin AGAŞE


Sesli Makale İçin Tıklayınız....

bottom of page